(Kaydı alan Üsküdar Belediyesi tonmastierleri Soner ve Sinan abilerimize ayrıca çok teşekkür ederiz)
Doğaçlamalarımıza yer verdiğimiz bu bestemize neden bu besteme 'Mezopotamya Gezginleri' adını verdik diye sorabilirsiniz
Mezopotamya binlerce gezgin gelip geçmiş. Selam olsun o gezginlere… İçlerinden en fazla Feqiye Teyran'ın hikayesi beni etkiledi. Dilimin döndüğünce anlatmaya çalışayım size.
Altı yaşında, köydeki evimizin tek odasında bir yandan fırtına eşliğinde yağan karı pencereden seyreder, bir yandan da sobada yanan odunların çıtırtılarını duymaya çalışırdım. Hoşuma giderdi bu sesler. O zamanlar ailem benim seslere olan ilgimi anlayamazdı. Annem ‘‘bizim Sedat, seslerle kafayı bozmuş. Kapı gıcırtısını bile dinlerken düşünüp duruyor’’ derdi.
Sobanın etrafı, tüm ailenin sosyalleştiği ana mekanlardan biriydi. Ailece yemek yedikten sonra soba üstünde, çinko çaydanlıkta demlenen tavşan kanı çayımızı yudumlardık ince belli bardaklarımızda. Ardından en sevdiğim şeye gelirdi sıra. Âmâ İbram dedem masal anlatmaya başlardı. O gün de daha önce de defalarca anlattığı masallardan birini, yani kuşların dilini bilen Feqiye Teyran’ın hikayesini anlatmaya başladı. Elektrikler her zamanki gibi kesikti. Mum ışığında dedemi dinliyordum büyük bir hayranlıkla. Annem dedeme ‘‘Baba, bu çocuğa Feqi’yi anlattıktan sonra kuşların peşinde dolanıp duruyor. Korkuyorum delirecek’’ diye serzenişte bulunurdu.
Dedem gülümseyerek ve aldırış etmeden anlatmaya başladı.
Feqiye Teyran, çok zengin bir ailenin çocuğuymuş. Dicle’nin kenarında cennet bahçelerini aratmayacak kadar güzel bir evde ailesi ile yaşıyormuş. İstediği her şeye kolaylıkla ulaşıyormuş. Bir derdi yokmuş. Allah her kulunu imtihan eder ve herkese bir dert verir. Feqi’yi de bir gün bir dert vermiş. Feqi bir gün oturdukları evin bahçesinde bir kuş sesi duymuş. Sesi duyar duymaz hayran olmuş. Düşmüş kuşun peşine, ama kuş kendini ona göstermemiş. Feqi hep bu kuşun sesinin peşinden gitmiş, ama kuş sesinin güzelliğini esirgememesine rağmen yüzünü asla göstermezmiş.
Feqi yıllarca, ömrünün sonuna kadar kuşun peşinde dolanmış. Kuş dilini öğrenmiş. Kimsenin duymadığı kuş seslerini dahi duyar hale gelmiş. Kendi kendine kaval çalmayı öğrenmiş. Duyduğu kuş seslerine kavalını üfleyerek ve renkli melodilerle karşılık verirmiş. Gezdiği köylerin meydanlarında kavalını çalıp şiirler okurmuş, çiroklar ve destanlar anlatırmış. Belagat ehli olmuş. Onu gören herkes bazen derviş, bazen de meczup zannedermiş. Zaman geçtikçe Feqi yaşlanmış, artık yürüyemez olmuş. Bu dünyadan göçeceği vakit, canını teslim etmeden evvel yıllarca peşinden gittiği kuş gelip göğsüne konmuş ve ötmeye başlamış. Yıllar boyunca kendisine kavuşmanın özlemini çeken bu dervişe kendini gösterip ağıt yakmış” Feqi canını teslim etmiş ve bu dünyadan göçmüş.